Tuz
Dünyada hiçbir şey yaşamı tuz kadar
derinden etkilememiştir.
Eğer vücudun % 75’i su ise geri kalanı nedir? Belki de bu sorunun yanıtı
kimilerini şaşırtabilir. Aslında dikkatli bir okuyucu için bu sorunun yanıtı
çoktan verilmiştir. Daha önce dediğimiz gibi, canlı hücre sıvısı, yani stoplazma,
deniz suyuyla, daha doğrusu, yaşam öncesi deniz suyuyla özdeş ise, vücudun
geriye kalanını da tuz oluşturmaktadır. Biraz düşünüldüğü zaman bu yanıtın
hiç de şaşırtıcı olmadığını göreceksiniz. Neden? Ünsan vücudunu da, üzerinde
yaşadığımız gezegeni oluşturan elementler oluşturur. Başka bir deyimle insan
vücudu, genel olarak canlı, dünyayı oluşturan elementlerden meydana gelmiştir.
Proteininler, vitaminler, aminoasitler ya da enzimler, karmaşık molekül bağından
başka bir şey değildir.
Sadece insan vücudunun değil, bütün canlıların temel yapı malzemesi olan su
ve tuz, aynı zamanda her canlıda yaşamın sürekliliğini ve organizmanın doğal
ve doğru çalışmasını sağlar.
Doğada bulunan bütün tuzlar, denizlerin kurumasıyla, denizde bulunan
minerallerin arkaya kalması sonucu oluşmuştur. Denizdeki bu minerallerin neler
olduğunu ve ne miktarlarda olduğunu tahmin edebilmek o kadar zor değildir.
Deniz suyunda, dünyada bulunan ve su ile çözülebilen bütün elementler vardır.
Milyarlarca yıldır, yağmurlar aracılığıyla dünya yüzünde bulunan ve su ile
çözülebilen bütün mineraller denizlere ulaşmıştır. Dolayısıyla tuz deyince,
doğadaki hemen hemen bütün mineralleri içeren madde akla gelir. Tabiî ki bu
mineraller doğadaki temsil edildikleri miktarlar oranında da, deniz tuzunda
vardır. Bu nedenle kimi elementler, sodyum ve klorür gibi deniz suyunda ve
doğal olarak tuzda oldukça büyük miktarlarda temsil edilirken, kalium, kalsiyum,
magnesyum gibi elementler miktar açısından daha azdır. Bunun yanında tuzda
yaklaşık 84 elemen ve iz elementler mevcuttur.
Soframızdaki yediğimiz tuzun tuz olmadığını söylerken şunu kastediyoruz.
Endüstrileşme ile birlikte, özellikle ekonomik sebeplerden dolayı, en az seksen
dört elemente sahip olan tuz, rafine edilerek sadece sodyum ve klorür
elementine indirgenmiştir. Bu nedenle hemen hemen gerçek tuz elimizden
alınarak yerinesodyumklorür (NaCI) ile değiştirilmiştir. Sodyum klörür ile
gerçek doğal tuzuntatları aynı olmasa da birbirlerine oldukça yakındır.
Bu nedenle tuzun rafineedilmesiyle elde edilen Sodyumklorürü kimse fark
edememiştir. Bunun yanında,rafine edilmiş tuz, kaya tuzunun yanında oldukça
beyaz ve temiz göründüğü için,aynı zamanda da ucuz olduğu için, hemen herkes
rafine edilmiş tuzu seçmiştir.Oysa tuz için tarihte savaşlar yapılmıştır. Altınla ölçülen
tuz ile birçok ülkedeaskerlerin aylıkları ödenmiştir. Tuz tarihte bu kadar değerli ve
pahalı iken birdenyok pahasına düşmüştür. Uğruna savaşlar yapılan tuz, durup
dururken neden bukadar ucuzlamıştır, yok fiyatına pazara sürülmüştür? Tuzun
bu kadar ayaklar altına düşmesi hiç kimseye garip gelmemiştir.
Aradan seneler geçti, dünya savaşları bitti, insanoğlu çağı deviren makineler
icat etti, bilim hemen her alanda en parlak noktasına ulaştı. İnsanoğlunun bu
başarılarının karşısında herkes mest olup kalırken, diğer taraftan da, dünyanın
hemen her tarafında insanlar kitlesel olarak hastalanmaya başladı. Ve bilim
toplumların kitlesel olarak sağlıklarının bozulmasına karşı çaresiz olduğunu
da inkârdan gelemedi. Sağlık sisteminin çıkmazı sadece bir ülkeyle kalmayıp
dünyayı sardı.
Özellikle son yüzyılda, denizlerden dünyanın en ücra köşesindeki tarım
alanlarına kadar, endüstrinin, özellikle kimya endüstrisinin kirletmediği alan
kalmamıştır. Ülkemizde rafine edilmiş tuzun ulaşmadığı yer yoktur. Birincisi
şehirli gibi yaşamaya duyduğumuz özlem ve özenti, ikincisi rafine edilmiş tuzun
beyaz ve sözüm ona temiz, taştan topraktan arındırılmış olmasıdır.
Tuz üzerine birçok kültürde, çeşitli seremoniler vardır. Özellikle kötü ruhları
kovmada, çevreye tuz serpilir. Bugün artık biliniyor ki, bu kötü ruhlar, aslında
çevrede pozitif yüklü, zararlı elektrik enerjisinden başka bir şey değildir.
Doğal tuzda 84 elemente kadar var olan zenginlik, rafine edilmiş tuzda bu sadece
sodyum klorüre (NaCl) kadar indirgenmiştir. Doğal tuz vücudun zorunlu bir
beslenme aracı iken, rafine edilmiş tuz vücut için agrasiv bir maddedir. Vücut bu
agrassiv maddeyi vücuttan atabilmek için ayrıca suya ihtiyaç duyar. Böbrekler
bu rafine edilmiş tuzu vücuttan dışarı atmakta güçlük çeker. Bu nedenle dışarı
atamadıklarını da, vücut en önemli rezervlerini kullanarak nötrleştirmeye,
özellikle kemikler ve eklemler üzerinde biriktirmeye başlar. Bunun sonucu
romatizma, gut, artrit ve arthrose (sürekli eklem acıması) gibi kemik ve eklem
hastalıkları oluşur.
(“yaşamın gizemi su ve tuz” yakamoz tuz ve yayıncılık 2008 basım)