© 2008 Yakamoz Tuz ve Yayıncılık (www.yakamoztuz.com)
Editör: Nurettin Yılmaz
Kapak düzenlemesi, çizgi, resim ve sayfa düzeni: Sumiko Shoji
Foto Model: Ulrike Brauchle
Düzelti: Berrin Yılmaz, Gürsoy Aydemir
Yayın yönetmeni: Nurettin Yılmaz
Baskı: Özlem Matbaacılık ve reklamcılık Ltd. Şti.
Baskı tarihi: Nisan 2008
YakamozTuz ve Yayıncılık
Çamçeşme mah.Selamet cad.no:62 Pendik-İstanbul
tel-fax: 0216-596 15 00
www.yakamoztuz.com
info@yakamoztuz.com
Sunuş
Ben kanser olmasaydım bu kitap da olmayacaktı. Okuduğunuz kitap böyle bir
tesadüfün sonucu ortaya çıktı. Çağın vebası denilen kansere yakalandığımda
dostlarım, dünyada ne var ne yok tüm alternatif tedavilerle ilgili araştırmaları
yaparlarken, tuz ile ilgili tedavi kürüne rastlamaları neticesinde bu tedavi kürünü
uygulayarak sağlığıma kavuştum. Eşim, senelerce sadece ilaçla baskı altına
aldığı yüksek tansiyonunu kısa bir sürede tuzlu su kürüyle çözdü. Sonuçlar
bizleri oldukça heyecanlandırdı ve bu çok önemli yaşamsal bilgilerin benimle
sınırlı kalmamasını, diğer insanlara da yararı olması düşüncesiyle, elde edilen
bilgilerin kitaplaştırılması gündeme geldi ve elinizdeki bu kitap böylece sizlere
kadar ulaştı.
Bu kitapta bulacağınız bilgiler henüz dünyanın hiçbir yerinde genel bir
bilgi haline gelmemiştir. Bütün toplumları ve toplumların bütün bireylerini
kapsaması, ya da en azından sağlık sistemlerinin bu bilgileri tedavi olanaklarında
uygulamaları belki de yüzyılları alır. Bu nedenle elinizdeki bu bilgiler, elit
bilgilerdir. Bir bilgiyi anlamak başka uygulamak başkadır. Ancak anladığınızı
yaşama geçirdiğiniz zaman bu bilgiler sizin için elit olma özelliğini kazanır. Bir
bilginin doğruluğu da zaten uygulamada test edilir. İşin en güzel yanı, burada
verilen bilgilerin kişinin, kendi vücudunda ve en yakın dostlarında kaygısız ve
endişesiz, hiçbir ekonomik ya da sosyal baskı olmaksızın test edebilmesidir.
Her ne kadar okuduklarınıza inanılması zor gelsede, bu güzelim bilgilerden
kendinizi madur bırakmayın. Sabırlı ve sistemli bir şekilde uyguladığınız zaman
su ve tuz sağlığınızda yapacağı mucizeyi size ispatlayacaktır.
Nurettin Yılmaz
Önsöz
2007 yılı baharında arkadaşım Nurettin Yılmaz, kansere yakalandı. Durup
dururken Nurettin’in kanser olması, herkesi şaşkına çevirdi. Çünkü o,
çevremizdeki insanların içinde kendisine en iyi bakanlardan biriydi. Herkes
onun oldukça sağlıklı olduğunu bilirdi. Ta ki doktora gidip de kanser teşhisi
konuluncaya kadar. Salına salına doktora gidip de ne zaman öleceğinin hesabını
yaparak, eve geri dönmek oldukça zor olsa gerek!
Ne garip bir tesadüftür ki ben, en yakın arkadaşımın kanser olduğu haberini
aldığımda, tuz üzerine yeni yeni bilgiler edinmiştim. Biraz sezi, biraz umutla,
birkaç kilo Himalaya kristal tuzu yanıma alıp, hastahanede arkadaşımı görmeye
gittim. Her ne kadar dışarı yansıtmamaya çalışsa da, ölümün soğuk yüzünün,
arkadaşımı bir karabasan gibi sardığını gördüm.
Vücudunda hiçbir rahatsızlığı olmayan birinin, ölümü beklemesi oldukça
garipti. Bu gariplik, hastaneye arkadaşımı ziyarete gittiğimde daha da büyüyüp
belirginleşti. Almanya’ya geri döner dönmez kafamdaki bu garip soruyu
gidermek için araştırmaya başladım. Kanser üzerine yazılmış bütün kitapları
dergileri tek tek eve taşıdım. Arkadaşım için bu araştırmayı yaparken, bugün
toplumun kitlesel olarak sebebi bilinmeyen hastalıklara yakalanma sebeplerinin
ipuçlarını yakaladım. Hani ne derler, yarayı deştikçe azgınlaşır, aynı o misali,
biz eştikçe mesele de derinleşti. Sonuçta şunu anladım; kanser bir hastalık değil.
Kanser, bir hücreler topluluğunun kendine yurt edindiği vücut dediğimiz canlı
organizmanın yaşanmaz hale gelmesi sonucu sonucu, beyin tarafından yalnız
başına bırakılan hücre yada hücre grubunun yeni bir yaşam mücadelesinden
başka bir şey değil.
Nasıl ki oksijen, insan yaşamı için vazgeçilemez, başka hiçbir şeyle değiştirilemez
en yaşamsal bir madde ise, su ve tuz da insan yaşamının sağlıklı bir şekilde
devam edebilmesi için, vazgeçilemez ve değiştirilemez iki besin maddesidir.
İnsanoğlunun su ve tuzun, yaşam için, insan sağlığının korunması için önemli
olduğunu ne zaman keşfettiğini bilmiyoruz. Belki insanoğlu da hayvanlar
gibi içgüdüsel olarak bu iki maddeyi keşfetmişlerdir. Ancak bildiğimiz tek
şey, sözüm ona modern toplumların gelişmesiyle, endüstrinin bu iki maddeyi
bozarak elimizden almış olmasıdır. İşin garip tarafı, sağlık sistemlerine hemen
hemen her toplumda akıl almaz paralar yatırılırken, ilaç endüstrisi için sürekli
araştırmalar yapılırken, yaşamın oluşmasında ve devamlılığında bu kadar büyük
rol oynayan su ve tuz üzerinde, diğerlerine kıyasla yok denecek kadar araştırma
yapılmamıştır. Geleneksel TIP bu iki maddeyi adeta yok saymıştır. Başlangıçta
Parma endüstrisinin ürettiği ilaçlarla gözleri kamaşan, ürettiği ideolojilerle başı
dönen TIP, su ve tuzun önemini görmemezlikten gelirken, bu gün bu böbürlü
yanılgı öyle bir aşamaya ulaşmıştır ki, artık bu bilimi icra edenlerin su ve tuzun
ne olduğunu bile bilmemelerine kadar varmıştır. Başlangıçta bir baş dönmesi
heyecanı iken, bu gün bu yanılgı sağlık sisteminin bir çıkmazı haline gelmiştir.
Tabiî ki bu sistemin çıkmazının kurbanları yalnızca kitleler değil aynı zamanda
bu bilimi icra edenlerin kendileri de olmaktadır. TIP bir şaşkınlık içerisindedir.
Çünkü çözüm hiç de bu işten sorumlu olmayan bilim dallarından gelmektedir.
Bu da onları rahatsız etmekte agrasivleştirmektedir.
Belki de işin en garip yanı bizim kendini beğenmiş at gözlüklü perspektife
sahip bu kişilerin sorumsuz, başıboş buyruklarına kanışımızdır. Bunlar bizim
yaşamımızla garip garip deneyler yaparken, biz saygımızı ve ekonomik
desteğimizi en cömertliğimizle verdik. Bugün özel bir hastanede sadecebasit
bir kontrol, asgari ücretin de ötesindedir. Artık ömrümüzle başkalarını
servete kavuşturma çağı geride kaldı. Çağın kompleksleriyle insanoğlunun
var olduğundan bu yana edindiği bilgeliği bir görgüsüzlük havası içerisinde
görmezlikten gelme çağı geçti.
Başlangıçta sadece arkadaşımıza bir bilgi olsun diye yaptığımız bu araştırma
ve denemelerimizi, gene onun önerisi sonucu, okuduğunuz bu kitaba
dönüştürdük. Bu kitap oluşurken var olan asıl kaygımız kitap yazmak değil,
arkadaşımızı ölümün pençesinden nasıl kurtaracağımızın yolunu bulmaktı.
Arkadaşım Nurettin Yılmaz ölümü bu kitaptaki bilgiler ışığında yendi. Sadece
o mu? Önce kendim kurumanın eşiğinde olduğumu anladım. Bir taraftan
iki yıldır kullandığım gözlükleri terk ederken aynı zamanda vücudumdaki
irili ufaklı bütün sağlık sorunlarımı çözdüm. Her insanın yapabileceği gibi
hemen çevremdeki en yakın akrabamdan sadece merhabalaştığım tanıdığıma
kadar herkese bu bilgileri ulaştırmaya çalıştım. Kardeşim senelerce duvarlara
yaslanarak uyumaya çalıştığı bel ağrılarını ve migrenlerini altı ay gibi kısa bir
sürede yendi. Eşi kalem tutamayacak hale gelen ve doktorların amelyat olmak
zorunda olduğunu söylediği (aynı sorundan amelyat olanların ise birdaha geriye
dönüşü olmaksızın kötüleşmesinden dolayı amelyat olmaktan korktuğunu ve
bu nedenle amelyat olmadığını da belirtelim) bileklerini üş haftalık bir süre
içerisinde eski haline getirdi.
Senelerce yüksek tansiyon ilaçları içtikleri halde, sadece himalaya tuzuyla
yaptıkları su kuruyla çok kısa sürede bu ilaçlarını terkeden diğer birçok
dostlarımız. Hepsinin adını yazmak istemiyoruz. Ancak ilginç olan bir olayı
anlatmakta yarar görüyorum.
Burada da yüksek tansiyonu olanların herhangi bir yanlışlık yapmamaları
için, suyu yavaş yavaş ve dikkatli arttırmaları gerektiğini söylüyoruz. Bu
söz kimilerini biraz korkuturken, kimilerini de söylenilenden çok, yaşamdan
edindiği bilgeliğiyle oldukca yüreklendirmektedir. Bunlardan birisi de Nurettin
Yılmaz’ın 75 yaşındaki annesi. Oğlunun kanseri nasıl yendiğini görünce, on
yıldır kullandığı yüksek tansiyon ilacını bir seferde kaldırıp çöpe atıyor. Bu
ailenin diğer üyelerinde panik yaratırken, ana kendisinde hiçbirşey olmadığını,
günde en az üç kere kontrol ettiğini ve herşeyin normal olduğunu söyleyerek
diğerlerinin korkularını yatıştırıyor. Hatta sanki tansiyonunu tehdit edercesine,
“eğer çıkarsa suyu biraz daha artırırım” diyor.
Bazen kendi kendime, bu akılalmaz araştırmayı yapma nedenini ve gücünü
nereden buldum diye sorup durdum? Aslında doğruyu söylemek gerekirse
benimkisi bir güç değil bir korkuydu. Nurettin gibi bir dostu kaybedip bu
dünyada yapayanlız kalacağımın verdiği korku. Korkumu yenemedim. O
zaman tek bir yol kalmıştı; zamansız gelen ölümü yenmek. Ben ölüme sadece
bilgi ve tuz ulaştırdım, Nurettin ise ölümün üstesinden geldi. Bize verdiği en
güzel armağan budur. Bundan sonraki umudumuz ise, genç yaşta hastalıklara ve
ölümün pençesine düşen herkese yardımcı olmasıdır.
13.03.2008
Yücel Aydemir__ |